Mutsuz Son: Igor Tudor



Karabükspor geçtiğimiz sezon lige yabancı bir hocayla başladı. Genç teknik adamın ismi, futbolseverlere bir yerlerden tanıdık geliyordu. Bu isim İtalyan devi Juventus'ta senelerce top koşturan Hırvat Igor Tudor'un ta kendisiydi. Futbolculuğunda kendisini kanıtlamıştı ancak teknik direktör olarak henüz yolun başlarındaydı. Karabükspor'un başında ilk resmi maçına bir gün yolunun kesişeceği takım olan Galatasaray'a karşı çıktı. Karabükspor son saniyede yediği golle maçı kaybetti ama Tudor'un takımı, gösterdiği performansla daha ilk haftadan dikkatleri çekmeye başladı. Karadeniz temsilcisi Hırvat hoca önderliğinde sezon öncesi hazırlık dönemini çok iyi geçirmişti ve kısıtlı kadrosuna rağmen sezon boyunca düşme korkusu yaşamadı. Bugünse Karabükspor, ilk yarı itibariyle ligde son sıraya demir atmış durumda.
Geçtiğimiz sezon yine bir Galatasaray maçında Karabükspor sahasında 2-1 galip geliyor ve Tudor, yendiği takım Galatasaray'ın yolunu tutuyor. Sezon ortasında takımını yüzüstü bıraktığı için haklı olarak eleştiriliyor ancak olaya Tudor'un penceresinden bakarsak, onun yerinde kim olsa aynısını yapardı herhalde. Neticede Galatasaray gibi büyük bir takımı çalıştırma şansı bir teknik adamın karşısına her zaman çıkmıyor, hele ki yolun başında ve henüz hiçbir başarısı bulunmayan bir teknik adamsa.
Tudor, Galatasaray'ın başında yarımşar sezondan toplamda 1 seneye yakın bir süre görev aldı. Çok fazla yanlışları oldu. Daha çok yanlışlarıyla gündeme gelse de, doğruları da yok değildi.
Öncelikle Tudor takımı devraldığında, başarıya doymuş ve eski fiziki gücünü kaybetmiş oyuncu topluluğu vardı. Bir önceki sezon Riekerink'in takımı yenileme şansı vardı ancak buna cesaret edemedi ve birkaç takviyeyle sezona aynı oyuncu grubu ile başlayarak başarısız oldu. Tudor ise büyük bir sorumluluk aldı ve takıma neşteri vurdu. Özellikle Sneijder'i gönderdiği için topa tutuldu fakat Sneijder'in şu an Nice'de beklentilerin çok çok altında kalması, Tudor'u haklı çıkardı.
Östersunds faciasından sonra basın mensupları tarafından acımasızca eleştirilmesine rağmen hiçbir soruyu yanıtsız bırakmadı. Galatasaray yönetimi, futbol aklı olarak Tudor'un üstüne Mircea Lucescu'yu getirmek için yoğun mesai harcadı. Muhtemelen kafalarında en ufak başarısızlıkta Tudor'un görevine son verip Lucescu'yla yola devam etme düşüncesi vardı ancak Rumen teknik adam Milli takım ile anlaşınca bu ihtimal gerçekleşmedi. Yönetim Lucescu ile görüşüp dolaylı yoldan Tudor'a güvenmediklerini ispatlasa da Tudor, başkana veya yönetime karşı sitemde bulunmadı.
Hırvat çalıştırıcı, sportif direktör Cenk Ergün ile birlikte iyi bir kadro mühendisliğine imza attı. Takım halinde koşan, sahada savaşan, birlikte savunma ve hücum yapmayı bilen büyük takım havası solumuş tecrübeli oyuncular transfer edildi. Transferdeki en büyük zafiyet ise sol bek konusunda oldu. Yaz transfer dönemi boyunca sol beke son güne kadar Juventuslu Asamoah'ın transferi için çaba harcandı ancak bu transfer gerçekleşmedi. Son gün apar topar Tudor'un Karabük'ten öğrencisi Latovlevici transfer edildi. Latovlevici ve ters ayaklı Martin Linnes sol bekte dönüşümlü olarak görev aldılar ancak hem defansif hem de ofansif anlamda bu ikilinin sınıfta kalması, Galatasaray'ın puan kayıplarında başrol oynadı.
Galatasaray yeni kurulmuş bir takımla Tudor önderliğinde yeni sezona başladı. Yeni kurulmuş bir takımın makine gibi işleyeceğini kimse tahmin etmiyordu ve açıkçası kafalarda soru işaretleri vardı. Ancak Galatasaray, fikstür avantajını da arkasına alarak sezona fırtına gibi başladı. Üst üste gelen galibiyetler ile taraftarın takıma olan güveni de arttı. Her şey güzel gidiyordu ve Türk spor medyası skora göre reaksiyon verdiği için Tudor'u öve öve bitiremiyorlardı, ta ki dokuzuncu haftadaki Fenerbahçe derbisine kadar. Tudor ve öğrencileri o haftaya kadar en az kayıpla gelmiştiler ancak göreve geldiği sezonda büyük maçları kaybeden Tudor, yenilenen takımıyla da bu kötü istatistiğe son veremedi. Ezeli rakibi Fenerbahçe'nin 8 puan önünde, elli bin taraftarının desteğini arkasına alan Galatasaray, bu avantajları kullanamadığı gibi pozisyon üretmekte bile zorlanarak maçtan beraberlikle ayrıldı.
Bir hafta sonra Trabzonspor deplasmanına giden sarı-kırmızılılar, sezonun ilk mağlubiyetini aldı. Mağlubiyetin yanı sıra Galatasaray'ın yine tek bir pozisyon üretememesi, Tudor'un B planı olmadığı şeklinde dile getirilmeye başladı. Maçtan sonra basının karşısına geçen Igor Tudor, rakip Trabzonspor'un ilkel futbol oynadığını ve sürekli tempoyu düşürdüğünü söyleyerek mağlubiyeti akla mantığa sığmayacak saçma bir sebebe bağladı.
İç sahadaki maçlarını kazanarak kara bulutları biraz olsun dağıtan sarı-kırmızılı ekibi deplasmanda zorlu iki maç bekliyordu ve korkulan senaryo gerçek oldu. Büyük maçları kazanamama sendromu devam etti ve Galatasaray, önce Başakşehir ardından da Beşiktaş karşısında adeta hezimete uğradı. Başakşehir maçının ardından da "Adebayor faktörü" bahanesini üretti Tudor. Adebayor'un çok yetenekli olduğunu ve fark yarattığını söyledi. Karabükspor teknik direktörü maç kaybettiğinde belki böyle bahaneler üretebilir ancak Galatasaray teknik direktörünün böyle bahaneler üretmeye hakkı yok! Rakipte Adebayor varsa sende de Gomis vardı demezler mi adama?
Beşiktaş maçını 3-0 kaybederken Tudor yine rakibini övmeye devam etti. Tudor'un belki de en büyük kaybı bu oldu. Her mağlubiyetin ardından kabahati başka yerlerde aradı ve öz eleştiri yapmaktan daima kaçındı. Kaybedilen her maçtan sonra sürekli rakip oyuncuları överek kendi oyuncularını değersizleştirdi. Halbuki Fatih Terim'in geçmiş başarılarındaki en büyük etkenlerden biri "kazanırsanız sizin eseriniz, kaybederseniz sorumluluk benim" düşüncesini benimsemiş olmasıydı ve en ağır mağlubiyetlerde bile oyuncuları basın mensuplarının önüne atmaz, sorumluluğu üzerine alırdı.
Belki Tudor Başakşehir maçının ardından "Adebayor bizi yendi." demek yerine "Bu maça çift forvetle çıktığımız için benim yüzümden farklı mağlup olduk." diyebilseydi bugün her şey daha farklı olabilirdi.
Tudor taktiksel anlamda ne kadar iyiydi tartışılır, ancak adam yönetimi konusunda sınıfta kaldı. Şahsi düşüncem, takımdaki bazı oyuncular sırf Tudor'u takımdan gönderebilmek için büyük maçlarda vasat performans sergilediler. Bunun en güzel örneği Beşiktaş maçı. Bu sezon oldukça kötü performans gösteren Muslera hatalı bir gol yiyor ve takım o dakikadan itibaren maç sanki kopmuş gibi hiç bir reaksiyon göstermiyor. Üstelik savunmadan çıkarken halı sahada bile yapılmayacak pas hataları yapılıyor sanki Beşiktaşlıların gol atması istenilircesine. Beşiktaşlı oyuncular son vuruşları biraz daha düzgün yapsalar, belki bugün Fenerbahçe'nin 6-0'lık galibiyetini bile gölgeleyecek bir skor çıkacak ortaya! Malatyaspor maçının devre arasında Maicon'la neredeyse fiziksel müdahaleye varacak şekilde sert bir şekilde kavga ettiklerinin de gün yüzüne çıkması, Tudor'la oyuncular arasındaki bağın koptuğunu resmen kanıtlıyordu.
Tudor'un eleştirilmesi gereken bir diğer hususta oyunu okuma konusu. Geriye düştüğü maçlarda doğru hamleleri yapamadı veya çok geç yaptı. Beşiktaş maçının 85. dakikasında Denayer çıkıyor ve Linnes oyuna giriyor. Bu değişikliği neden yaptığı sorulduğunda "Gol bulmak içindi." cevabını veriyor. Güler misin, ağlar mısın? Ayrıca takımda gol krallığında zirvede bulunan Gomis'le çok iyi uyum yakalayan ve ileriye topu hızlı taşıyabilen tek oyuncu olan Rodriguez'i neden takımdan kestiğine kimse anlam veremedi.
Takımda her şey yolunda giderken, Tudor kendi egosu yüzünden hem iyi giden takımın hem de kendisinin ayağına kurşun sıkmış oldu. Tudor'un şimdiden adı Süper Lig takımlarıyla anılmaya başladı bile. Küçük takımlarda iyi bir sezon öncesi hazırlık dönemi geçirirse başarılı olabilir tıpkı Karabük'te olduğu gibi. Ancak Tudor bu saatten sonra hiç bir büyük takımda başarılı olamaz. Eline gelen fırsatı cömertçe harcadı ve güle oynaya şampiyon olabileceği sezonda kendisine yazık etti.