Oyuncu İncelemesi: Nemanja Milunovic

 

İsimNemanja Milunović
Doğum Tarihi: 31 Mayıs 1989
Yaş: 32
Uyruk: Sırbistan (4 kez milli / 1 gol)
Mevki: Stoper
Boy: 1,95
Kilo: 86
Kullandığı Ayak: Her ikisi

Süper Lig ekiplerinden Alanyaspor ilk transferini gerçekleştirdi. Stoper mevkiine Sırp oyuncu Milunovic transfer edildi. Sırbistan şampiyonu Kızılyıldız'da forma giyen oyuncunun sözleşmesi sezon sonu itibariyle sona ermişti. Kızılyıldız'ın yeni sözleşme teklifini mali şartlarda anlaşamadığı için reddeden Milunovic, Alanyaspor'a imzayı attı. Alanyaspor'da sözleşmesi sona eren İngiliz stoper Steven Caulker'in takımdan ayrılması beklenirken oluşacak boşluğun doldurulması adına Milunovic takviyesi yapıldı.

Oyuncunun artı yönleri:

Hava hakimiyeti

Milunovic, 1.95'lik uzun boyunun avantajını hava toplarında iyi kullanıyor. Geçtiğimiz sezonda UEFA Avrupa Ligi'nde Kızılyıldız forması ile 7 maçta forma giyen futbolcu, hava toplarında %83'lük başarı sağladı. Kafa vuruşlarında başarılı olması hem defansif hem de ofansif anlamda takımı adına fark yaratıyor. Geçtiğimiz sezon Süper Lig'de 58 gol bulan Alanyaspor takımında gollerin 17'si duran top organizasyonlarından gelmişti. Milunovic önümüzdeki sezon Alanyaspor'da kritik kafa golleriyle zaman zaman sahneye çıkabilir. 

Pasör stoper
Oyuncu her iki ayağını da etkili olarak kullanabiliyor. Geçtiğimiz sezon Çağdaş Atan Alanyaspor'a oynatmaya çalıştığı farklı futbol ile takdir toplamıştı. Topu şişirmek yerine topa sahip olan ve geriden kısa paslarla çıkmaya çalışan bir Alanyaspor vardı. Oyuncunun her iki ayağını iyi kullanabilen bir stoper olduğunu düşündüğümüzde Çağdaş Hoca'nın oyun planına uygun oyuncu profili olduğunu söylemek mümkün.

Tecrübe
Oyuncu Sırbistan Milli Takımı ile yalnızca 4 maça çıktı. Ancak geçmişte birçok kez UEFA Şampiyonlar Ligi ve UEFA Avrupa Ligi maçlarında Barcelona, Bayern Münih ve Milan gibi büyük takımlara karşı oynadı. Kızılyıldız - Partizan gibi tansiyonu yüksek derbi maçlarının da havasını çok kez soludu. Geçtiğimiz sezon Alanyaspor büyük takım gibi oynayarak bir süre zirve mücadelesine ortak olmuştu. Çağdaş Atan'ın takımı önümüzdeki sezonda da zirveye oynamak isteyecektir. Zirveye oynamak isteyen takımlarda tecrübe hiç şüphesiz çok önemli. Geçtiğimiz sezon Kızılyıldız formasıyla ligde 22 maçta oynayan Milunovic'in forma giydiği 22 maçta da takımı galip geldi.  

Cesaret ve liderlik
Cesur bir oyuncu. Müdahale yapmaktan çekinmiyor. Sert geçen maçlarda bile sorumluluk alıyor. Liderlik ruhu yüksek olduğu için takımı kenetleyen isim olabilir.

Oyuncunun eksi yönleri:

Yaş
Oyuncu 32 yaşında olması sebebiyle fiziksel anlamda düşüşe geçiyor doğal olarak. Uzun boyu sebebiyle kariyerinin hiçbir döneminde çok hızlı bir oyuncu değildi, buna yaşının ilerlemesi de eklenince oldukça ağır olduğu söylenebilir. Alanyaspor'un genellikle topu rakip yarı sahada oynadığı düşünüldüğünde oyuncunun ağır olması rakiplerin kontratakları sebebiyle dezavantaj oluşturabilir. Ayrıca Alanyaspor son yıllarda özellikle dört büyük takıma parlattığı oyuncuları satarak önemli gelirler elde etti. Oyuncunun ilerleyen yaşı göz önünde bulundurulduğunda ilerde satılması düşük bir ihtimal.

Yüksek özgüven
Özgüveni fazla yüksek olduğu için zaman zaman savunmada çalıma giriyor. Bu durum telafisi zor hatalara sebebiyet verebilir. Ayrıca yüksek özgüveni ve kaliteli ayaklara sahip olması sebebiyle uzun paslar atmayı seviyor. Alanyaspor'un kısa paslı oynadığı düşünülürse bu özelliğini daha az kullanması gerekecek.

0 yorum:

Çöp Toplayıcılığından Sayısız Başarıya: N'golo Kante


Daha iyi ekonomik şartlar ve çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak amacıyla 80’li yıllarda Mali’den Fransa’ya göç eden Müslüman ailenin çocuğu olarak 1991 yılında dünyaya geldi N'golo Kante. Paris’in geri planda kalmış banliyö bölgesi olan Rueil Malmaison'da mütevazı bir evde yaşıyorlardı. Yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiğinden iş hayatına oldukça küçük yaşlarda atıldı. Babasıyla beraber atık ve çöp topluyordu. Her gün onlarca kilometre yol yürüyerek topladıkları atık ve çöpleri geri dönüşüm firmasına satıyorlar ve bu şekilde geçimlerini sağlıyorlardı.

Takvim yaprakları 1998 Haziran’ını göstermeye başladığında tüm dünyada gözler Fransa’ya çevrilmişti. Çünkü dört yılda bir gerçekleşen Dünya Kupası’na o yıl Fransa ev sahipliği yapıyordu. Bu Kante için sevindirici bir haberdi. Çünkü turnuvanın başlaması demek daha fazla çöp ve atık anlamına geliyordu. Dünyanın dört bir yanından turnuva için Fransa’ya seyahat eden turistlerin bıraktığı çöpleri yorulmak nedir bilmeden toplarken daha fazla para kazanıyordu yedi yaşındaki Kante. Turnuvayı ise yalnızca çöp topladığı sokaklarda bulunan cafe ve barların camından göz ucuyla takip edebiliyordu. O yıl turnuvada gösterdiği başarıyla kupaya uzanan ev sahibi Fransa’da kadroda bulunan Zinedine Zidane, Lilian Thuram, Patrick Vieira ve Nicolas Anelka gibi göçmen isimlere hayran olmuştu Kante. Fransa’nın şampiyonluğuyla birlikte futbolcu olma hayalleri kurmaya başlayan Kante evlerinin yakınlarında bulunan JS Suresnes isimli futbol takımının altyapısına katıldı. Henüz on bir yaşındayken babası hayatını kaybetti. Bu, onun ailesine bakabilmek için daha fazla çalışması gerektiği anlamına geliyordu. Annesi evlere temizliğe giderken Kante ise baba mesleği olan çöpçülük işine devam etti.
Kante ve annesi
Bir yandan çöp topluyor bir yandan da JS Suresnes takımı için oynuyordu. Zamanla bu takımın en iyilerinden biri olmasına rağmen onu izlemeye gelen kulüplerin gözlemcileri boyunun yaşıtlarına göre kısa olması nedeniyle onun iyi bir futbolcu olamayacağını düşünüyor ve transferden vazgeçiyorlardı. Kimilerine göre ise futbolcu olmak için fazla iyi niyetliydi. Kısa boylu ve sıska olması Kante’nin yıldızının daha geç parlayacağı anlamına geliyordu fakat bu durum onu hiç yıldırmadı ve canla başla çalışmaya devam etti. Bitmek bilmeyen enerjisiyle antrenmanlardan sonra bile çalışarak topla birlikte sahanın bir ucundan diğer ucuna koşuyordu. Antrenörü Piotr Wojtyna: "Çok hareketliydi, inanılmaz bir top çalma yeteneği vardı. Şaşırtıcı olan kaptığı topu hemen pas olarak kullanmasıydı.” sözleriyle onu tanımlıyor ve ekliyor: “O zamanlar Kante, ondan istenen her şeyi dinleyen ve kesinlikle yapan tek oyuncuydu. Kelimenin tam anlamıyla, her şey… Tatilden önce bir keresinde ona şaka yapmıştım. Sol ayakla, sağ ayakla ve kafayla ellişer kez top sektirmen için sana iki ay veriyorum dedim. İki ay sonra başardı! Şok olmuştum. O andan itibaren ona ne yapması gerektiğini hiç söylemedim.”
N'golo Kante ve Piotr Wojtyna
Kante bir süre muhasebecilik yaptı. Ancak futboldan kopmak istemiyordu. Çünkü yapmaktan en çok keyif aldığı iş futbol oynamaktı. Uzun uğraşların ardından yirmi bir yaşında ilk ciddi transferi gerçekleşti. 3. ligde mücadele eden Boulogne takımına katıldı. Yıldızı geç parlayan oyuncuların kariyerlerindeki ilk büyük sıçramayı yaptıktan sonra başarıya ulaştıran basamakları hızla çıktığına şahit oluyoruz. Kante’de de durum farklı değildi. Boulogne’den sonra 2. ligde mücadele eden Caen takımına transfer oldu. Yeni takımıyla ilk sezonunda gösterdiği muhteşem performansla takımın Ligue 1’e yükselmesinde büyük pay sahibi oldu. Caen’in Ligue 1’e yükselmesi demek N’golo Kante’nin kariyerinde ilk kez en üst seviyede forma şansı bulması anlamına geliyordu. Ligue 1’deki ilk sezonunda beklentileri fazlasıyla karşılayan Kante, 2014/2015 sezonunda Avrupa’nın beş büyük liginde “en fazla top kapan oyuncu” unvanına sahip oldu. O dönem Marsilya’yı çalıştıran ünlü teknik adam Marcelo Bielsa, yönetime verdiği raporda Kante’nin transfer edilmesini istedi. Ancak Kante’nin transferi o kadar da kolay olmayacaktı. Geçen rüya gibi sezonun ardından Fransız futbolcu, İngiliz takımlarının da radarına girmişti. Leicester City takımı 9 milyon Euro bonservis bedeliyle Kante’yi Marsilya’nın elinden kaparken bu transferi çok isteyen Bielsa ise yönetime istifasını sundu.

Kante ve yeni takımı Leicester’in Avrupa’nın en iyi ligi olan Premier Lig’de 2015/16 sezonunda orta sıralarda mücadele vermesi beklenirken rüya gibi bir şampiyonluk elde ettiler. Leicester’de gösterdiği muazzam performans onu Fransa Milli Takımı’na taşırken aynı sezon Premier Lig’de yılın en iyi orta sahası seçilerek Chelsea’ye transfer oldu. 1998’de sokaklarda çöp toplarken Fransa’nın şampiyonluğuna tanıklık eden Kante, tam yirmi yıl sonra Rusya’da düzenlenen 2018 Dünya Kupası’nda Fransa ile dünya şampiyonu oldu. Takımın en çok koşan ve mücadele eden isimlerinin başında gelen yıldız oyuncu buna rağmen kupa törenindeki mütevazı ve utangaç tavırlarıyla dikkat çekti. Takımdaki herkes kupayla fotoğraf çektirirken belki de en çok hak eden adam Kante henüz kupaya dokunamamıştı. Takım arkadaşı Nzonzi durumu fark ederek kupayı aldı ve Kante’ye götürdü. Bu sezon Chelsea ile UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanan ve final maçının adamı seçilen Kante yine kupa törenindeki sakinliğiyle gündemdeydi.
Kante ilk kupasını kazandığında da geri planda
Futbolda kazandığı sayısız başarı, para, pul, şan, şöhret onun karakterini hiç değiştirmedi. Caen takımından arkadaşı olan Felipe Saad, Kante ile doğum gününde yaşadığı bir anıyı anlatıyor: “N'Golo Kante elinde bir kutu çikolata ile doğum günüme geldi. Sonra utanarak hediye için özür diledi ve daha önce hiçbir doğum gününe davet edilmediği için ne vereceğini bilmediğini söyledi.” Chelsea eski kalecisi Marcin Bulka ise onu şu sözlerle tanımlıyor: “N'golo Kanté'nin Mini Cooper'ı var. Daha önceleri eski ve kırık ekranlı bir Samsung telefonu vardı. Ona neden yeni telefon satın almadığını sorduğumuz zaman elindeki telefonun işini gördüğünü ve yeni bir telefona ihtiyacı olmadığını söylerdi.”
Ocak 2018'de bir kazaya karıştıktan sonra iki gün boyunca aracı hasarlı şekilde antrenmana geldi.
2018 Eylül ayında Chelsea’nin Cardiff City ile oynadığı maçtan sonra Paris’e gidecek olan Kante treni kaçırdı. Bunun üzerine Cardiff’te bulunan camiye namaz kılmaya gitti. Camide tanıştığı Arsenal taraftarı gençler onu evlerine yemeğe davet etti. Kante’nin bu isteği kibarca reddedeceğini düşünüyorlardı. Ancak Kante gençleri kırmadı ve tekliflerini kabul etti. Misafir olduğu evde önce yemek yediler, ardından televizyonda maç izlediler ve sonrasında PlayStation’da FIFA oynadılar. Mütevazı adam hiç tanımadığı insanların evine konuk olarak onlara hayatları boyunca unutamayacakları bir anı hediye etti. Neden tanımadığı insanların evine konuk olduğu kendisine sorulduğunda “İslamiyet’te davete icabet etmek gerekir.” şeklinde cevap verdi.
Kante ve evlerine konuk olduğu gençler
2018 Kasım ayında Chelsea takımıyla haftada 300.000£ kazanacağı beş yıllık yeni sözleşme imzaladı. Futbol Leaks belgelerinde Chelsea’nin Kante’ye maaş ödemesini offshore şirket aracılığıyla yapmayı teklif ettiği ve kabul etmesi halinde vergi ödemek zorunda kalmayacağı ancak Kante’nin bu teklifi reddederek vergi payının tamamını ödemek istediği açıklandı. Bu durum Fransa Milli Takımı’ndan arkadaşı Blaise Matuidi’ye soruldu. Matuidi ise şöyle cevap verdi: “Bu haberleri takip etmedim, ancak işin içerisinde N’golo olduğu için böyle bir şeye şaşırmam. Çünkü o dürüst ve mükemmel bir insandır. Hile yapmaz, yalnızca iskambil oynarken hile yapıyor.”                       

21 Ocak 2019 sabahı futbolseverler kötü bir haberle uyandı. Arjantinli futbolcu Emiliano Sala, Fransa’nın Nantes takımından Cardiff City’e transfer olmuştu ve Cardiff’e kendisini taşıyan özel jet Manş Denizi’ne düştü. Günlerce süren arama çalışmalarında herhangi bir ize rastlanmadı. Sala’nın ailesi yetkililerden aramanın devam etmesi için yardım çağrısında bulundu. Caen’den Sala’nın takım arkadaşı olan Kante, bu çağrıya duyarsız kalmadı. Arama çalışmalarının devam edeceğini ve tüm giderleri kendisi karşılayacağını açıkladı. Bunun üzerine devam eden arama çalışmalarında 6 Şubat 2019 tarihinde uçağın enkazına ve Emiliano Sala’nın cansız bedenine ulaşıldı.
Emiliano Sala ve N'golo Kante Caen forması giyerken
Seneler geçiyor. Kante her sene başarılarına bir yenisini ekliyor. Serveti günden güne artıyor. Ancak bu sempatik ve utangaç adamı hiçbir şey değiştiremiyor. Pogba’nın da dediği gibi “Bu mükemmel adamdan nefret etmeniz asla mümkün değil.” İyi ki varsın, yüzün hep gülsün Kante!

0 yorum:

Beşiktaş'ı Mutlu Sona Ulaştıran Detaylar

 

Beşiktaş Antalyaspor’u Türkiye Kupası finalinde mağlup ederek kupada da mutlu sona ulaştı. Siyah-beyazlılar sezon boyunca ortaya koyduğu performanslarla futbolseverlerin takdirini topladı ve hak edilmiş çifte zafer yaşadılar. Lig maratonu tamamlanmadan uzunca süre önce Beşiktaş şampiyonluğa en yakın takım olarak gösteriliyordu. Galatasaray ve Fenerbahçe’nin yaşadığı üst üste puan kayıpları, oynadıkları futbolun ümit vermemesi Beşiktaş’ı şampiyonluk yolunda en büyük favori konumuna getirdi. Son haftalara gelinirken yapılan puan kayıpları elde edilen avantajların bir bir uçup gitmesine sebep olurken rakipleri de şampiyonluk için umutlandırdı. Ancak son hafta sürprize yer vermeyen Beşiktaş, Sergen Yalçın önderliğinde mutlu sona ulaşan taraf oldu. Peki, averajla şampiyon olan Siyah-beyazlıları rakiplerine göre öne çıkaran detaylar nelerdi?

Bay geçilen hafta ve milli maçlar arası

Süper Lig’in ilk 4 haftasında yalnızca 1 galibiyet alıp 2 kez mağlup olan Beşiktaş’ta Sergen Yalçın’ın geleceği tartışılmaya başlanırken başkan Ahmet Nur Çebi’nin Mustafa Denizli ile görüştüğü şeklinde haberler basına yansıdı. Ligin 5. Haftasını bay geçen Siyah-beyazlılar takip eden haftada milli maçlar olduğu için 22 günlük araya girdiler. Teknik direktör Sergen Yalçın ise bu arayı iyi değerlendireceklerini ve ilerleyen haftalarda takımın daha iyi futbol oynayacağını umduğunu belirtti. Nitekim öyle de oldu. Takıma yeni katılan Josef de Souza ve Rachid Ghezzal gibi isimlerin adaptasyon sürecini de atlatmasıyla milli ara sonrası bambaşka bir Beşiktaş izledik. Verilen bu ara, Beşiktaş’a adeta ilaç oldu.

 

Rachid Ghezzal’in evraklarını TFF’ye ulaştıran kuryeler

Beşiktaş’ta sezonun kilit oyuncusu Rachid Ghezzal oldu şüphesiz. 31 maçta forma giyen Cezayirli oyuncu 8 gol ve 17 asistle toplamda 25 gole doğrudan katkı verdi. Üzerine çok şey konuşuldu, yazılıp çizildi. Transferin son günü Leicester City takımından kiralık olarak kadroya dahil edilen Ghezzal’in evrakları, transfer döneminin sona ermesine saatler kala Beşiktaş İdari Sorumlusu Erdinç Gültekin ve Güvenlik Sorumlusu Barış Papila tarafından yoğun trafik sebebiyle motorla TFF’ye ulaştırıldı. Ghezzal’in şampiyonlukta kilit rol oynamasının ardından haklı olarak Erdinç Gültekin ve Barış Papila şampiyonluğun gizli mimarları olarak gösterildiler.

Savunmacılardan alınan hücum katkısı

Günümüz futbolunda şampiyon ufak detaylarla belirleniyor. Bu yüzden savunma oyuncularının hücuma yaptığı katkı son derece önemli. Fenerbahçe ve Beşiktaş bu sezon defans oyuncularından hücumsal anlamda önemli katkılar aldı. Fenerbahçeli savunma oyuncuları 11 gol, 14 asist ile 25 gollük katkı vererek bu istatistikle zirvede yer alırken Beşiktaş’ta forma şansı bulan defans oyuncuları 11 asist 9 gol ile şampiyonluğa 20 gollük katkıda bulundu. Galatasaray savunmacıları ise 14 asist, 3 gol ile 17 gole doğrudan katkı vererek bu alanda rakiplerinin gerisinde kaldı. Valentin Rosier’in sağ kanatta Rachid Ghezzal ile uyumu da Siyah-beyazlıları şampiyonluğa ulaştıran kilit nokta oldu. Kritik anlarda özellikle duran top organizasyonlarında sahneye çıkan Vida, takımına hayati puanlar kazandırdı. Galatasaray ise duran top organizasyonlarında sınıfta kaldı.

De Souza’nın orta sahaya etkisi

Şampiyonluk mücadelesi veren takımların genellikle oyun planlarının savunma çizgisini önde kurmak ve oyunu rakip yarı sahaya yıkmak olduğu bilinen bir gerçek. Süper Lig’de Anadolu takımları çoğu zaman büyük takımlara karşı topu rakibe bırakıp savunmayı ön planda tutarak buna müsaade ediyorlar ve kontratak ile gol şansı bulmaya çalışıyorlar. Bu durumda savunma arkasına atılacak topları süpürecek bir ön libero da hücum oynayan takımlarda elzem hale geliyor. Beşiktaş’ta kiralık Mohamed Elneny’nin Arsenal’e dönmesinin ardından bu bölgede forma giyen ve bonservisi elinde Josef de Souza transfer edildi. Josef risk transferiydi. Arabistan’dan geldiği için futbolunda gerileme olabileceği yorumları vardı. Ancak Josef eleştirilere sahada cevabını vererek kafalardaki soru işaretlerini giderdi. Brezilyalı defansif orta saha, oyunun defans yönünde güven verirken önünde oynayan orta sahaların hücuma daha fazla katkı vermelerine yardımcı oldu. Atiba Hutchinson bu sezon ligde 36 maçta görev alırken 4 gol ve 11 asistle 15 gole doğrudan katkı yaptı. Atiba şampiyonlukta önemli katkılar sağlarken hücumda artan performansının de Souza’nın savunmada verdiği güvenden kaynaklandığını ifade ederek Brezilyalı oyuncunun takımdaki önemini dile getirdi.

Aboubakar golcülüğü

Beşiktaş’ta Burak Yılmaz’ın ayrılığı sonrası takımda golcü futbolcu ihtiyacı oluştu. Geçmişte kiralık olarak Siyah-beyazlı formayı giyen ve güzel izler bırakan Vincent Aboubakar ise Porto ile yollarını ayırarak serbest kaldı. Aboubakar’ın sakatlıklarından dolayı Porto ile yollarını ayırdığı konuşulurken, golcü transferine bonservis ödemek istemeyen Beşiktaş yönetimi Aboubakar ile anlaşmaya vardı. Tıpkı Josef gibi risk transferi yapan yönetim, sakatlığı göz önünde bulundurarak Kamerunlu oyuncu ile akıllı bir sözleşme yaptı. Yaklaşık olarak yıllık 1,5 milyon Euro maaş alan Aboubakar’ın 30 maçta forma giymesi halinde opsiyon devreye girecek ve sözleşmesi 1 yıl daha uzayacaktı. 29 maçta forma giyen Aboubakar 16 gol ve 5 asistlik katkı sağladı. Sakatlığı sebebiyle forma giyemediği açıklanan Aboubakar’ın opsiyonun devreye girmesini istemediği ve yıllık 3,5 milyon Euro gibi maaş ile yeni sözleşme istediği şeklinde haberler basına yansıdı. Ligin son döneminde 9 maçta Aboubakar’dan faydalanamayan Beşiktaş, az kalsın şampiyonluktan oluyordu. Gerçek nedir bilinmez ancak Süper Lig şampiyonluğu ve Şampiyonlar Ligi’nden elde edilecek gelir de düşünülerek Beşiktaş yönetiminin mali şartlarda anlaşarak Aboubakar’ı takımda tutması gerekir. Böyle lider oyuncuları bulmak kolay değil, üstelik böyle bir ortamda. Galatasaray yönetimi benzer hatayı Bafetimbi Gomis konusunda yaparken Gomis gönderildikten sonra sezona forvetsiz girilmişti. Sonrasında yapılan Mbaye Diagne, Kostas Mitroglou, Florin Andone ve Radamel Falcao transferleri için ciddi maliyetlerin altına giren Sarı-kırmızılı yönetim bu oyuncuların hiçbirinden Gomis performansı alamadı.

Larin’den kritik performans

Atiba’nın önerisiyle 2018 ara transfer döneminde MLS takımı Orlando City’den transfer edilen Cyle Larin, bir türlü istenilen seviyeye gelememiş ve takımdan ha gitti ha gidecek gözüyle bakılan bir oyuncuydu. 2019/2020 sezonunda Belçika’nın Zulte Waregem takımına 1 sezonluğuna kiralanan Kanadalı, sezon başında yeniden takıma döndü. Sergen Yalçın’ın takımında şans bulan Larin hocanın güvenini boşa çıkartmayarak 45 resmi maçta 23 gol ve 6 asistlik performans vererek takımın en golcü futbolcusu oldu.

Kadro istikrarı

21 takımlı lig, yoğun fikstür ve COVID-19 gibi sebeplerden olağanüstü bir sezon yaşandı. Şampiyonluğa ulaştıran anahtar kavramlardan biri de kadro istikrarıdır. Elbette böyle olağanüstü bir durumda hiçbir takımın kadro istikrarını koruması beklenmiyordu. Ligimizde kadro istikrarını en iyi koruyan Sergen Hoca’nın takımı oldu. Her ne kadar orta saha üçlüsünde üçüncü isim değişkenlik gösterse de Atiba ve Josef orta sahanın değişmez ikilisi oldular. Savunmada da Welinton ve Vida ikilisi iyi uyum yakaladı. Sağ kanatta arkada Rosier ile önde Ghezzal yakaladıkları uyumla şampiyonlukta önemli pay sahibi oldular. Sergen Yalçın yedekleri de sezon genelinde hazır tutarak onlardan da verim aldı. Beşiktaş’ın Galatasaray’a karşı sağladığı üstünlükteki en önemli faktörlerden biri kadro istikrarıydı şüphesiz. Galatasaray sezon genelinde en çok sıkıntı çektiği bölge olan orta saha üçlüsünde 16 farklı kombinasyon denedi.

Ersin Destanoğlu & Rıdvan Yılmaz

Sergen Hoca kalede Ersin Destanoğlu ve sol bekte Rıdvan Yılmaz’a şans vererek takdir topladı. Genç oyuncuların elbette inişli çıkışlı performans gösterdiği zamanlar oldu. Ancak gösterdikleri performanstan ziyade hocanın göstermiş olduğu cesaret övgüyü hak ediyor. Galatasaray’da Fatih Terim Halil ve Kerem gibi oyunculara daha evvelden forma şansı vermiş olsa, belki Sarı-kırmızılılar daha fazla puan toplamış olacaktı. Avrupa’nın beş büyük liginde bile 16-17 yaşında oyunculara şans veriliyorken bizim 20 yaş oyunculara halen pişecek gözüyle bakmamız da ayrı mesele. Sergen Yalçın umarım ilerleyen sezonlarda da bunu devam ettirir.

Takımın inancı

Beşiktaş takımında oyuncular kenetlendiler ve sezon boyunca şampiyonluğa inandılar. Bunu sosyal medya paylaşımlarından bile anlayabiliyoruz. Takımda arkadaşlık ortamı, aile havası sağlandı. Rakipler Galatasaray ve Fenerbahçe’de ise futbolcuların lig maratonunun tamamlanmasına uzun süre varken bile şampiyonluk kaçmış gibi davranıldığını gördük.

Sergen Hoca’nın kriz yönetimi

Sergen Hoca bu sezon elleri sürekli havada olması sebebiyle çok eleştirildi. Bazılarına göre bu durum antipatik gelse de hoca takımının hakkını savundu. Bizim için doğrudur veya yanlıştır orası ayrı, kendi doğru bildiğini söylemekten hiç sakınmadı. Hatay maçından önce tabiri caizse rakibe racon kesti. Ligin başarılı takımlarından biri olan Hatayspor’a karşı bu kadar cesurca konuştuktan sonra takımının 7 gol atması bile şampiyonluğu ne kadar istediğini gösterdi. Son viraja girilirken yapılan kritik puan kayıpları “Acaba tarih yine tekerrür mü edecek?” sorularını da beraberinde getirdi. Çünkü eldeki avantajlar birer birer kaybedilirken yalnızca averaj avantajı kalmıştı. Yakın geçmişte 14/15 ve 17/18 sezonlarında son virajları alamayarak kaybedilmiş şampiyonluklar vardı. Karagümrük maçında yenilen ikinci golün ardından futbolcular yıkılmışlardı. O maçın ardından Rosier sanki şampiyonluk gitmişçesine ağlıyordu. Bu tablonun ardından Sergen Hoca’ya motivasyon anlamında çok iş düşüyordu. Hoca ise oyuncu grubunu tekrar şampiyonluğa inandırarak İzmir’den şampiyon unvanıyla dönmeyi başardı.


0 yorum:

Futbolun Parayla Savaşı


COVID-19 salgınıyla birlikte değişmekte olan dünya düzeninden dün gece 12 dev kulübün imzasıyla deklare edilen Avrupa Süper Ligi ile birlikte futbol da nasiplenmiş oldu. Endüstriyel futbol kavramının zirve yaptığı günümüzde böyle bir oluşumun hayata geçeceği açıklaması elbette şaşırtıcı olmadı. Zaten geçmişte Arsene Wenger'den tutun Ünal Aysal'a kadar futbolun içerisinde bulunan birçok isim, gelecekte tıpkı basketbolda olduğu gibi futbolda da böyle bir organizasyon olabileceği şeklinde açıklamalarda bulunmuştu. 

Florentino Perez'in başkanlığıyla birlikte Real Madrid, transferlere çılgınca paralar harcama devrini başlattı. 2001 senesinde Zinedine Zidane'ın 77,5 milyon Euro'luk bonservis bedeliyle Juventus'tan transferi, o dönemin ekonomik şartları düşünüldüğünde dudak uçuklatıyordu. Yine aynı takıma astronomik bedellerle transfer edilen Luis Figo ve Ronaldo Nazario gibi isimlerin önderliğinde "Los Galacticos" kuruldu. Real Madrid'in öncülerinden olduğu endüstriyel futbola 2003 yılında Rus milyarder Abramovich tarafından satın alınan Chelsea de destek vermeye başladı. Chelsea'yi satın aldıktan sonra yüksek bonservis bedelleri ödeyerek takıma birçok yıldız ismi kazandıran Rus milyarder, bugüne kadar takıma yaklaşık olarak 1 milyar Euro yatırım yaptı. Chelsea'nin ardından Manchester City, Paris Saint-Germain gibi kulüpler de zengin iş adamları tarafından satın alınarak yüksek bütçeli takımlar kuruldu.

2000 yılında Galatasaray UEFA Kupası'nı kazanarak ülke tarihinin kulüpler bazındaki en büyük başarısını elde etti. Aynı oyuncuların kadro iskeletini oluşturduğu Milli takımımız 2002 Dünya Kupası'nda 3. olarak Milli takımlar tarihimizin en büyük başarısını elde etti. Galatasaray'ın o dönemki kadrosu bir arada tutularak doğru takviyeler yapılsaydı belki ülkemize Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu gelebilirdi. Portekizli menajer Jose Mourinho 2003 yılında Porto ile UEFA Kupası şampiyonluğu yaşarken bir yıl sonra 2004 yılında yine Porto ile Şampiyonlar Ligi şampiyonu oldu.

2003/2004 Sezonu Şampiyonlar Ligi Şampiyonu Porto

2000'li yılların başlarına kadar gerçekleşmesi çok zor da olsa birçok takım Şampiyonlar Ligi'ni kazanma hayalini kurabiliyordu. Deportivo, Leverkusen, PSV gibi takımlar çeyrek final ötesine giderek kupada ilerlemenin imkansız olmadığını kanıtlamışlardı. Ancak günümüzde dev kulüpler haricinde bir takımın bu turnuvada çeyrek finalden öteye gidebileceğini düşünmek maalesef gerçeklikle bağdaşmıyor. 2008 yılında Fenerbahçe tarihinde Şampiyonlar Ligi'nde ilk kez çeyrek finale kalma başarısı gösterirken Zico'nun öğrencileri Chelsea'nin zengin ve ihtişamlı kadrosuna boyun eğiyordu.
2006 senesinde başarısız geçen sezonun ardından Real Madrid'deki başkanlık görevinden ayrılan Florentino Perez, 2009'da yeniden başkanlık görevine seçildi. Perez'in tekrar göreve gelmesi, eflatun-beyazlılarda yaz transfer döneminin hareketli geçeceği ve şöhretli oyuncuların takıma katılacağı anlamına geliyordu. Beklenen oldu. Cristiano Ronaldo, Kaka, Benzema ve Xabi Alonso gibi yıldızlar Real Madrid'e transfer oldu. Bu transferler için Madrid temsilcisinin kasasından yaklaşık olarak 260 milyon Euro para çıkarken, Cristiano Ronaldo için ödenen 94 milyon Euro bonservis bedeli, Zidane'ın rekor bonservis bedelini geride bırakarak dünyanın en pahalı transferi oldu.
Bu transferler diğer takımların da iştahını kabarttı ve futbolda başarılı olmak için para harcamak gerekliliği gibi bir algı oluşmaya başladı. Zengin sahipli kulüpler de artık transferde astronomik bedeller ödemeye başladılar. İşte tam da burada Avrupa'nın dev kulüpleri ile diğer kulüpleri arasındaki makas, bir daha kapanması zor şekilde günden güne açıldı.
Transferde ödenen yüksek bonservis bedelleri ile birlikte futbolculara ödenen yıllık ücretlerde de artış yaşandı. İmza parası, menajer komisyonu, bonuslar derken oyuncularla yapılan kontratlar da kulüpler için ciddi maliyetler oluşturdu. Jose Mourinho, Arsene Wenger gibi menajerler yeni nesil futbolcuları "genç milyonerler" olarak nitelendirirken günümüzde genç oyuncularla çalışmanın geçmişe göre daha zor olduğunu dile getirdiler.
2011 yılında UEFA bu durumun önüne geçebilmek ve kulüplerin mali durumlarını kontrol etmek amacıyla Finansal Fair Play uygulamasını başlattı. Ancak UEFA'nın yaptırımları da elit kulüplerin transferde para saçmasını önleyemedi. Gareth Bale, Paul Pogba gibi transferlerle rekor transfer ücreti her geçen gün yenilenmeye başladı. 2017 yazında Paris Saint-Germain 222 milyon Euro bonservis bedeliyle Neymar'ı renklerine bağlarken, bir oyuncu için ödenen en yüksek bonservis bedelini çok farklı bir seviyeye çıkardı. 
2008-2012 seneleri arasında tarihinin en başarılı sezonlarını yaşayan Barcelona'da kadronun büyük çoğunluğu altyapıdan gelmekteydi. Ancak yaşanan altın çağ sonrası Katalan ekibinde Joan Laporta'nın ardından yönetimi devralan diğer başkanlar rekabetçi olmanın yolunun transfere para harcamaktan geçtiği anlayışıyla takımı yönettiler. La Masia'ya sırtını dönen Barcelona, tıpkı ezeli rakibi Real Madrid gibi Coutinho, Dembele ve Griezmann gibi oyuncuları yüksek bonservis bedelleri ile kadrosuna kattı.
Futbolda her geçen gün artan maliyetler, kulüpleri yeni gelir kapısı aramaya yöneltti. 2014 yılında formasının iç kısmına reklam alan Barcelona, sponsorluk olayını farklı bir noktaya taşıdı. Popülarite ve marka değeri başarının önüne geçmeye başladı. Real Madrid'de Angel Di Maria'nın çirkin olduğu gerekçesiyle takımdan gönderildiği şeklindeki haberler basına yansırken aynı yaz Brezilya'da düzenlenen 2014 Dünya Kupası'nın en popüler oyuncusu olan Kolombiyalı James Rodriguez Real Madrid'e transfer oldu. James'in forma satışlarından yalnızca bir gün içerisinde 30 milyon Euro gelir elde edildi.
Florentino Perez başkanlığı döneminde takımın marka değerini yüksek tutarak takım gelirlerini arttırmayı amaçladı. Yapılan transferlerde başarı önceliği yerine popülarite ön planda tutuldu. En son yapılan şöhret transferi Hazard'da ne sportif anlamda, ne de popülarite anlamında istediğini alamayan Real Madrid başkanı, yeni arayışlara girmek zorunda kaldı. Pandemi sürecinde kulüplerin gelirlerinde büyük düşüşler yaşandığı için Mbappe gibi büyük transferlere kaynak yaratmak amacıyla diğer on bir kulübü de arkasına alarak Avrupa Süper Ligi fikrini ortaya attı. Ancak unuttuğu bir şey vardı: Futbol hâlâ taraftarların oyunu. Futbolu güzel yapan da zaten bir kasaba takımının bir dünya devini yenme ihtimali değil mi?
  

0 yorum:

Şampiyonluk Yarınlara Kaldı

 

Süper Lig'de son 5 maçında yalnızca 1 galibiyet alan Galatasaray, matematiksel anlamda olmasa da mental anlamda Fatih Karagümrük karşısında ya tamam ya devam maçını da kazanamayarak gerçekçi olmak gerekirse şampiyonluk şansını yitirdi. 

Üst üste kaybedilen puanlardan ziyade Galatasaray bu sezonun genelinde şampiyon olacak bir oyun ortaya koyamadı. Beklerde Şener-Ömer oynayan, geriden oyun kurma becerisi bulunan 6 numaradan yoksun, merkezde hücum atraksiyonlarını başlatacak oyuncu eksikliği bulunan bir takımın şampiyonluğu kaçırması elbette sürpriz olmazdı. Ancak taraftara göre yine de Fatih Terim faktörü bu takımı son ana kadar şampiyonluk yarışında tutabilirdi. Çünkü Terim'in geçmişte görece olarak daha düşük seviyedeki kadrolarla bunu başarabildiğine tanık olmuştuk. Ligin ilk devresinin sonu ve ikinci devresinin başında üst üste alınan 8 galibiyet bunu kanıtlar nitelikteydi. Bu galibiyetler gelirken de oyun anlamında eleştirilen bir Galatasaray vardı. Ancak takım kötü de oynasa az gol yiyor ve bir şekilde sonuca gidebiliyordu. Sarı-kırmızılılar kazanma alışkanlığı edinmişti. 

Bugün gelinen noktada ise belirli bir oyun şablonu bulunmayan, saha içi dizilişi ve oyuncu seçimlerini önceden tahmin etmenin neredeyse imkansız olduğu bir Galatasaray var. En kötüsü de şampiyonluk yarışı devam ettiği halde şampiyonluk gitmiş gibi davranan, sorumluluktan kaçan ve geriye düştükten sonra hiçbir reaksiyon gösteremeyen bir takım. Fatih Terim takımları mağlubiyeti kabullenmeyen, geri dönüşleriyle meşhur takımlar olarak tanımlanırdı. Ancak özellikle bu sezonki Galatasaray, bu çizgiden oldukça uzakta. Bu sezon geriye düştükleri 9 maçta yalnızca 2 puan çıkartabildiler.

Yönetimle Fatih Hoca'nın arasının bozuk olduğu bilinen bir gerçek. Hatta yönetimin Fatih Hoca'nın görevine son vermek istediği ancak taraftar tepkisinden çekindiği için geri adım attığı şeklinde haberler basına yansımıştı. Yönetimin bunu gerçekleştiremediği için Terim'e rest çekmek amacıyla Belhanda'yı sezon ortası apar topar gönderdiğini düşünüyorum. Belhanda istikrarsız bir görüntü çizmesine rağmen Terim'in en çok sıkıntı çektiği bölge olan merkezde elinde önemli bir kozdu. Belki sezon sonu Terim'in gönderilmesine çok da soğuk bakmayacağı bir oyuncuydu ancak takım şampiyonluk yarışındayken, telafinin zor olduğu haftalara girilirken bu ayrılığın zamanlaması yanlıştı.

Belhanda'nın bu şekilde gönderilmesinin takım arkadaşlarını ve Terim'i olumsuz yönde etkilediğini düşünüyorum. Fatih Hoca'nın en iyi özelliklerinden birinin oyuncu grubunu motive etmek olduğu bir gerçek. Ancak özellikle son haftalarda ne motive olmuş oyuncu grubu var, ne de takıma olumlu yönde yansıyan bir teknik direktör dokunuşu.

Beşiktaş haklı olarak şu an şampiyonluğa en yakın takım konumunda. Zaten rakipleri Galatasaray ve Fenerbahçe'nin harcadıkları cömertçe puanlar onların üzerindeki baskıyı da azaltıyor. Beşiktaş'ı bu sezon şampiyonluğa doğru götüren, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın bir türlü gerçekleştiremediği kavram "istikrar" oldu. Sezona kötü başlayan, tecrübeli kalecisi olmayan Beşiktaş'ta Sergen Hoca sabretti ve kadro istikrarını ufak tefek değişiklikler haricinde bozmayarak takıma oyun kimliği kazandırdı. Ayrıca kalecimiz yok, sol bekimiz yetersiz gibi bahanelere sığınmadan gösterdiği cesaret ile Ersin ve Rıdvan gibi gençleri kazandı.

Bu sezon Sarı-kırmızılılar, Karagümrük karşısında ligdeki 32. maçına çıkarken yalnızca 4 maça aynı ilk on bir ile başladı. Bu durum kadro seçimindeki istikrarsızlığı gözler önüne seriyor. Takımın üzerinde ölü toprağı varken Hatayspor maçında kendi mevkisi stoper olan Ozornwafor'un da ısrarla tercih edilmeyişi, hocanın forma adaletine de gölge düşürüyor.

Önümüzdeki sezon Galatasaray kadrosunda radikal bir değişiklik bekliyorum. Şampiyonluğa bu kadar kaçmış gözüyle bakılırken gelecek sezon için birkaç genç oyuncunun kazanılması gerekirdi. Emin Bayram kiralanmak yerine takımda şans bulabilirdi. Aynı şekilde Kerem Aktürkoğlu da ilk on bire oturtulabilirdi.

Bu sezonun joker oyuncusu Taylan'ı Alanya maçında hatalar yaptığı için devrede oyundan alıp haftalarca oynatmayan, Ankaragücü maçında müsait pozisyonu golle sonuçlandıramadığı için Emre Kılınç'ı oyundan alarak yine birkaç maç oynatmayan, Oğulcan iyi oynamaya başlamışken kesen, Linnes'i Sivasspor maçında yedirdiği golden dolayı kadro tercihinde Şener'in bile arkasına atan Fatih Terim, bu durumun bir numaralı sorumlusudur. Ayrıca savunma arkasına atılan topları toparlayacak bir ön liberon yoksa savunma çizgisini bu kadar önde kurmak da Marcao ve Luyindama gibi oyuncuların daha fazla sakarlık yapmalarına sebebiyet veriyor. Rakiplerin attığı uzun topların birçoğu kalede yüzde yüzlük gol pozisyonları vermenize neden oluyor. Şampiyonluğa oynayan hiçbir takımın kalesinde bu kadar net gol pozisyonu verme lüksü yok.

Yine hocanın geriye düşülen maçlarda tahammülsüz davranarak orta sahadan oyuncu çıkartıp çift santrfora dönmesi de "Rus Ruleti" oynamak oldu ki geriye düşülen maçlarda alınan sonuçlar da zaten bunu kanıtlıyor. Kanatların çok iyi işliyordur ve böyle bir risk alırsın. Ancak senin takımın zaten ortada direnç gösteremiyorken, topu üçüncü bölgeye taşıyamıyorken çift santrforda diretmenin de hiçbir anlamı kalmıyor. 

Fatih Hoca Galatasaray tarihine adını altın harflerle yazdırmış kulübün yaşayan efsanesidir. Elbette herkes gibi hocanın da hata yapma lüksü var. Ancak hocanın teknik heyeti ne iş yapmakta? Hocanın antrenör ekibinde birçok isim var. Hiçbiri mi gidip hocayı yapılan yanlışlıklar konusunda uyarmıyor? Mesela Levent Şahin.. Hocanın en yakınındaki isim. Özellikle hoca cezalı olduğunda basının karşısına onun çıktığını görüyoruz. Cümleler farklılaşsa da çıkan anlam hep aynı. Hakemler.. Levent Hoca Galatasaray'ın maçlarını Collina yönetse durum farklı mı olacaktı? 

Bu takımda Falcao ve Feghouli eğer oynayabilecek durumdaysa kesinlikle ilk on bir başlamalıydı. Sakatlık pahasına bile olsa bazı risklerin alınması gerekiyordu. Mostafa Mohamed iyi bir bitirici olsa da sırtı dönük oynama becerisi yok. Karagümrük maçında da 3-4 defa topu ezdi ve kaybetti. Emre Akbaba'ya söylenecek söz bulamıyorum zaten. İlk yarının en çok top kaybı yapan oyuncusu. Hal böyle olunca topu üçüncü bölgede tutmak da hayal oluyor. Feghouli ise sonradan oyuna girdiği maçta Kerem'e al da at pası verdi her ne kadar istenilen seviyede olmasa da. 

1.88'lik Zukanovic ve 1.91'lik Roco'nun olduğu savunmaya kafa golü atmanın oldukça zor olduğu bir maçta defalarca havadan ortalarla gol bulmaya çalışan bir Galatasaray vardı. Boyca uzun ve ağır stoperlere karşı Kerem gibi hızlı bir oyuncu hamlesi daha erken gelmeliydi. Rakibi analiz etme konusunda da ciddi sıkıntılar var takımda.

Uzun lafın kısası Galatasaray bu sezon şampiyonluğu kaybetmiş görünüyor. Artık yapılacak tek şey önümüzdeki sezonun planlamasını yapmak olmalı. Yönetim-Terim restleşmesi en büyük zararı takıma veriyor. Fatih Hoca'nın şapkasını önüne koyup gerekeni yapması gerekiyor. 

0 yorum:

Mesut Özil & Fenerbahçe

 

Mesut Özil'in Fenerbahçe'ye transfer olacağı konuşulurken futbolseverlerin büyük bir kısmı bu transfere olumlu bakıyorlar. Taraftarlar haklı olarak topu ayağına aldığı zaman keyif verecek yıldız oyuncuları sahada görmek ister. Bugüne kadar da özellikle 3 büyük takım özelinde durum böyle oldu. Ancak bugün Türk futbolunun geldiği nokta ortada. Önümüzdeki sezon Süper Lig şampiyonu Şampiyonlar Ligi'ne doğrudan katılamayacakken, bütün takımlarımız ekonomik darboğazda iken halen bu tarz transferlerde diretmek ne kadar doğrudur bilinmez. Arsenal'den yıllık yaklaşık 18 milyon Euro para kazanan Mesut'un Fenerbahçe'ye transferi de ciddi maliyetler oluşturacaktır. Fenerbahçe formasıyla şampiyon olur, Şampiyonlar Ligi'nde ön elemeleri geçip takımın grup aşamasına kalmasına yardımcı olursa o zaman bu transferin doğru bir hamle olduğu konuşulur. Ancak takım şampiyonluk yarışındayken "ya tutarsa" mantığıyla büyük maliyetlerle risk transferi yapmak acaba doğru mu?

Mesut Özil prime dönemini göz önüne alırsak, oynadığı mevkide dünyanın en iyi birkaç oyuncusundan biri konumundaydı. Kalitesini, yeteneğini tartışmak elbette saçmalık olur. Ancak özellikle son bir yılda futboldan bu kadar uzak kalması, kafasında futbolu bitirmiş izlenimi veriyor. Zaten durum böyle olmasa Avrupa'nın 5 büyük liginden alıcı bulurdu. Arsenal formasıyla ligde son maçına 2020 Mart ayında çıkan Mesut, pandemi dönüşü sırt ağrılarını gerekçe göstererek antrenmanlara katılmamıştı. Teknik direktör Arteta tarafından bu sezon Premier Lig kadrosuna dahil edilmedi. Arteta öncesinde Unai Emery de Mesut'un takıma bağlılığının yeterli seviyede olmamasını eleştirmişti.

3 büyüklerde göreve yeni gelen başkanlar her defasında finansal enkaz aldıklarını dile getirerek artık yıldız transferi beklemesin kimse mesajı veriyorlar. Mali açıdan tam da güzel işler yapılmaya başlanıyorken yine başa sarıyoruz. Koltuğunu korumak isteyen, taraftarına hoş görünmek isteyen başkanlar tekrar marka etiketi olan, başarıya doymuş, verimli dönemleri geride kalmış oyunculara yöneliyor. 

Beşiktaş eski başkanı Fikret Orman ile birlikte "Feda" diyerek yeni yapılanmaya gitmiş ve kurulan mütevazı takım basamakları bir bir çıkarak nihayetinde üst üste iki sene şampiyonluğa yürümüştü. Özellikle ilk gelen şampiyonluk, o sezon yıldızlar karması olarak lanse edilen Fenerbahçe ile girilen yarış sonucunda elde edilmişti. Tam işler yolunda giderken, ligde ve Avrupa'da başarılı giden bir Beşiktaş varken başkan Fikret Orman da yıldız oyunculara imza attırma furyasına katılan başkanlardan oldu. Pepe, Negredo gibi yüksek maliyetli transferlere rağmen kaçan şampiyonluklar Beşiktaş'ı mali açıdan tekrar dipsiz kuyuya sürüklerken başkan Fikret Orman'ın da sonunu hazırladı.

Yine aynı şekilde Galatasaray bugün Falcao, Babel, Feghouli, Belhanda gibi isimleri elden çıkartamıyor. Sebebi bu oyuncuların aldığı yıllık ücretler. Avrupa'da hiçbir takım bu oyunculara bu maaşları vermiyor. Artık Arap ve Çin takımları da akıllandılar. Boş oyunculara paralar saçmak istemiyorlar. 

Mesut Özil belki de gelip çok iyi performanslar sergiler, bunu zaman gösterecek. Ancak kulüplerimiz bu kadar darboğazdayken, ligimizin kalitesi yerlerde sürünüyorken bu risklere girmenin hiç anlamı yok. Benfica ve Ajax gibi al, yetiştir, sat formülü varken biz halen oyuncuların geçmişine yatırım yapıyoruz. Elinde Ömer Faruk Beyaz gibi bir cevheri işleyip ciddi gelirler elde etme şansı varken onu Avrupa'ya verip Avrupa'da gözden düşmüş, ülkemizi emeklilik öncesi son durak olarak olarak gören oyunculara paralar saçıyoruz.

0 yorum: